Pazartesi, Ocak 24, 2011

uluslararası çelişkiler! - III


"lafa nerden girmek lazım bilemedim şimdi.. her gencin, en azından içini geciktirmeyenlerin, hep bi ideali olmuştur hayatta.. farz-ı misal; büyüyünce pilot olucam.. hatta uçak!.. doktor, mühendis, öğretmen.. bla bla bla.. ki hatta baba olucam diyenlerde azımsanmaz anneciliğe nazaran.. her basamaktan sonra yeni bi adım atılması grektiğini hayatın kendisi öğretir zaten.. ona bi rehber istemez.. velâkin, işin başında kafasını kaşıyacaklar varsa tecrübe konuşuyor iyi dinlesinler!

efenim uluslararası ilişkiler; kendisine ait münhasır ekonomik ve de sosyal bölgesi olan enteresan bi, bişeydir işte.. bitirenler "uluslararası ilişkiler uzmanı" ünvanına kavuşurlar ki havasından başka pekte bi işe yaradığını görmedim daha..."

mayıs 2010'da yukarıdaki başlangıçla ele almaya başlamıştım bu sorunsalı.. bölümün potansiyeli kullanılabilirse eğer, aşırı dozda genel kültür depolamasından beyin zaafiyeti geçirebileceğinizden filan da bahsetmiştim..

bugün için düşüncelerimi aynı çizgide koruyorum.. bir kere baştan tekrar yinelemek istiyorum; ne yazık ki ülke şartları gereği, okuduğu dalda mezun olan gençlerimiz, kendi alanlarıyla ilgili bir işi yapamıyorlar geleceklerinde.. misal ben! uli okuduk sözüm ona.. "vay elçi naber.. vay kaymakam mı olucan bakim sen.. naber yeğen, başbakanda pek yaşlandı canım!.." türünden söylevlere maruz kaldım öğrencilik hayatım boyunca..

e tabi herkesi elçi, diplomat en azından maslahatgüzar yapsınlar demiyoruz.. ama en çoğundan bu mevkilerde siyasi idolojileri gereği, gereksiz insanlar oturmasın!.. ne bileyim, en azından  dışişleri bakanı, başbakan bizim içimizden çıksn.. alanında uzman! ağzı her laf yapan üfürükçüler siyasete atılmasınlar her zaman.. yoksa bi alıp veremediğimiz yok adamlarla.. tayyip bey gene bey olsun.. ama paşa olmasın arkadaş!.. sayın kemal bey gandicilik oynamasın ya da bahçeli artık önündeki kağıdı rüzgar götürecek diye korkmasın!

 kuruş diplomasi bilmeyen adamlar artık müzakere masalarına otrmasınlar.. e oturduklarında da görüyoruz yani.. sesleri çalı osuruğu gibi çıkıyor masada.. müzakere masasına oturmak demek herşeyi kabullenmek demek değildir.. orada, yannda bi tarihçisi bi sosyoloji uzmanı hatta istatistikçisi filanda olucak yan cebinde.. yoksa bütün misyonları bi adama yükleyip ondan deva aramakta içeri doğru osurmaktan farksız.. gördük bunu davos krizinde..

çok doluyum bu konularda.. kelli felli adamlar.. ülke bilmez, tarih bilmezler.. sorsan ikiyle üçü çarpmayı yanındaki adamdan sorup öğrenirler.. ama gel gör ki, bu kestane şekerleri ülkemin kritik bakanlıklarında koltuklarnı ısıtıyorlar ve bırakmaya da niyetleri yok.. e ne diyelim allah versin.. durmak yok yola devam!..

herşeye rağmen bu bölümü okumak güzeldi.. bugün 16 yaşında tekrar  tercih yapacak olsam, çekinmeden gene yazarım üstten aşağı her yere uli'yi.. buna rağmen pişman olanlar da azımsanmayacak kadar çoktur.. velakin uli'nin verdiği bakış açısı hayatınızın sonuna kadar size farklılık sunar.. iş meselesini de kafanıza takmayın .. nasıl olsa bi gün bulunacaktır.. ulici olarak yolun başındaysanız kemerlerinizi biraz sıkın ve mutlaka dil öğrenmeye yönelin.. önerim ingilizce'nin yanında ispanyolca'dır.. son bi artı da mecburi olmamasına rağmen kesinlikle staj yapın her sene sonrasında! en azından cv hazırlarken biraz daha dolu gözükür!!

ülkenin durumu buyken, erasmuscuysanız (ki değilseniz bile sorun yok dışarı çıkılan güzel programlar var) dışarı yönelmekte de fayda var.. şimdilik bu adam susar.. uluslararası çelişkiler! - IV'te görüşmek üzere..

adiós!..

                                                                                                                                           

günün bilgisi: dünyadaki birbirine en yakın iki başkent; aralarından yalnızca kongo nehri geçen, demokratik kongo cumhuriyeti'nin başkenti kinşasa ile kongo cumhuriyeti'nin başkenti  brazzaville'dir..
günün şarkısı: [TIKTIK]

görsel: pink floyd - rock n roll / arka albüm kapağı..

Perşembe, Ocak 20, 2011

bir poşet'in anıları - I

tarih: 20 ocak 2010..
yer: diyarbakır 8. ana jet üssü..

elimde teskerem.. yalpalaya yalpalaya, havalimanla askeri alanı ayıran çizgileri geçerek uçağıma ilerdim.. son vedamı zeki'ye yapmıştım.. garip anlardan biriydi.. vedalar hep böyledir.. inceden bir yumruk oturur boğazına, gözlerin kanamaya başlar..

koca üs'teki en küçük kısa dönem askerdim.. bunun övünülecek yanı yok tabiki.. ama insan seviniyor alttan alta.. önce kütahya'da 30 günlük acemilik eğitimi alarak diyarbakır'a transfer oldum.. 30 günde 12 kilo verdim dersem sanırsam askerliğin ne kadar da ağır geçtiğini özetlemiş olurum.. şans mı şansızlık mı tam konduramadım ama 9. bölüğe düşmüştüm.. başımızda üsteğmen puyan!.. daha sonra koğuş olarak lakabımız "puyan'ın sürtükleri" olarak kaldı.. adam bize nefes aldırmadı.. 

sonrası diyarbakır.. askerliğimin başkenti!.. önyargı gözleri nasıl kör ediyormuş, bunu yakinen gördüm.. gezilesi, görülesi illerin başında gelen bu ilimizi askerlik olmasa sittin sene göremezdim.. yalnızca haritadan bildiğim yerlerdendi.. hem de adı sıklıkla terör olaylarının geçtiği/geçirildiği yer..

tam anlamıyla günlük tutmaya askerde başladım diyebilirim.. aldığım asker defteri tarzı bir şeye (üzerinde hava kuvvettlerinin arması var) günün, haftanın zannımca önemli olaylarını karalayı vermiştim.. üzerinden bir yıl geçti.. artık bu günlükleri deşmenin yeri ve zamanıdır: 

12 ağustos 2009: kütahya'dayım sabah 6'dan beridir.. saat 10 gibi içeri girdik.. antin/kuntin işlerle boğuşarak kısa bir hamam faslı yaşadım..  tam olarak 16 saniye sürdü!.. hamam sefasından sonra kuyruk öbekleri halinde ilerledik.. önümdeki elemanla konuşurken sağlı sollu 3 saniyede 3 iğneyi çoktan şişlediler kollarıma.. ulen bende sonradan çaktım, kollarıma sıavadıkları o yumurta akını!.. keskin kan kokuları içinde ilerledik ve 5 numara büyük botlarımıza, kamuflajlarımıza kavuştuk...

20 ağustos 2009: ulen tam da alışmak üzereydik.. teğmen puyan (sonradan üsteğmen oldu) odaları teftiş ederken bizim koğuşa uğramış.. biz en son koğuşuz.. adam hır-gür bizi yukarıya çağırdı.. bölüğün önünde 400 kişi ipe dizilmiş bekliyorken biz saf 10 kişi süklüm püklüm yanına koştuk.. vay efendim neden yastığın ters..  sen sola geç.. bu yatak kimin.. sen sağa geç.. yerdeki terlikler kimin ulaaan!.. kahretsin benim onlar!.. sen geç sola.. tam 6 kişiydik sola ayrılan.. diğerleri ipini koparmışçasına kaçtılar koğuştan.. biz iyi bir komando talimi yaptık diyebilirim.. ah o koridorlar.. ne kadar uzunmuş.. sürün sürün bitmedi!..

30 ağustos 2009: cimriliğiyle tanınan asım arıcı bütün koğuşa uludağ gazoz ısmarladı.. hoş başka da bir marka yok zaten..

9 eylül 2009 (9.9.9): saat tam 9.. severim böyle rastlantıları.. ama ne yazık ki bunun keyfini soğuk bir birayla, yalnız değil koca hangarda 3 bin kişiyle tören hazırlıkları içinde geçiriyorum :/

12 eylül 2009: saatler dokuz oldu.. şuanda diyarbakır'dayım.. uzunca bir otobüs yolculuğu yaşadık.. çantalarımızı yere serdiler.. zira eroin kaçırabilirdik, bir alaydan başka bir alaya!.. eşoğlu eşek köpek, çantalar arasında geizinirken geldi benim çantama işedi!.. bütün uzman çavuşlar güldü tabi.. senin askerliğin bitmez oğlum dediler..

                                                                                                                                           

günün bilgisi: poşet, askerde kısa dönem askerlik yapanlara denilmektedir.. neden böyle denildiği yönünde bir çok rivayet vardır.. ancak en kuvvetle muhtemeli şudur: "bir gün bölük komutanı bütün askerilerine çamurda talim yaptırıken eğitimden sonra botlarında çamur gördüklerimin canını yakarım demiş.. bizimkilerde botlarına poşet bağlamışlar.." sonrası malûm.. poşet aşağı, poşet yukarı..  laf aramızda uzun dönem askerlik yapanlar kısa dönemleri günahı kadar sevmezler.. adamlar haklı! bir tarafta 5 buçuk ay bir tarafta 460 gün!.. kısa döneminde kısası olan 28 günlük askerlik yapanlara da ayşecik deniliyor.. ama bunun rivayetlerini çözemedim daha!
günün şarkısı: [TIKTIK]

görsel: resimdeki şahsiyet ben olup, arkadaki eser bana aittir!.. diyarbakır askerlik günlerimin yarısını kütaphane çavuşluğu diğer yaısını da böyle yağlı boya tablolar yaparak geçirdim..

Cumartesi, Ocak 15, 2011

ve çocuk gitti..

toprağına kan damladıkça ardına bakmadan giden zululu bir çocuk vardı.. bilmem hatırlandın mı? hani bombalar yüzünü kavurmuş, kumdan kalelerini tanklar ezip geçmişti.. 

haa demek hatırlamadın.. nasıl olur? hani sen burjuva sorunlarına yenik düşmüştün ya.. hani kazandığın artık sana az geliyordu.. üstelikte yaşantından da memnun olduğun pek söylenemezdi.. yarınının dününden pek bir fazlasını beklemeden yaşarken, bugün uyumayı seçmiştin hani..

ne oldu biliyor musun? o kara, zululu çocuk büyüdü artık.. sürekli bir parçası eksilerek.. ve sen çakma ray-ban gözlüklerinle görmemeyi yeğledin onu.. 

çocuk denize koşarken ardı sıra bakakaldın.. üzerine üşüşen mermilere bir yenisini ekledin.. odan barut kokusuyla kavruldukça daha da tiksindin bu kara çocuktan.. hani insanlığını hatırlatacaktı sana barut kokusu..  

boşunadır kara çocuğun peşi sıra yaktığın fâkir edebiyatı.. çünkü çocuk gitti ve sende öldün artık..

                                                                                                                                           

günün bilgisi: parayı bulduklarına inanılan lidyalılar'ın parayı ilk bastıkları yer mastaura'dır.. mastaura  antik kenti;  günümüzde aydın ilinin, nazilli ilçesinde (bozyurt köyü) yer almaktadır..
günün şarkısı: [TIKTIK]

meraklısı bakabilir: [ÇOCUK]

Pazar, Ocak 09, 2011

Ahmet Ümit - İstanbul Hatırası


istanbul hatırası.. inanılmaz bir kitap gerçekten.. üzerine yazılan övgü dolu yazıları sonuna kadar hakediyor..

bir kitap düşünün, yaşadığınız, avucunuzun içi gibi bildiğiniz bir coğrafyayı ele alıyor.. ve siz her cümlesinde yeni şeyler öğreniyorsunuz.. aslında ne kadar da yabancı olduğunuzu anlıyorsunuz yaşadığınız şehire.. bu kitabın bana hissettirdikleri tam olarak buydu..

kitap baştan sona tarihsel bilgiler eşliğinde bir polisiyeyle sürükleniyor.. başkomiser nevzat'ın ortaya çıkan cinayetleri çözümlemeye çalışması ve bunu tam bir tarihsel serüvene dönüştürmesi, bilgiye aç okuyucuyu yakaladığı noktalar.. kitapta işlenen seri cinayetler, istanbul'da yaşamış olan ve istanbul'a damgasını vuran insanlarla ilişkilendiriliyor.. ve siz bu cinayetleri kimin işleyebildiğine dair bir yoruma ancak üçyüzüncü sayfalarda varabiliyorkern, cinayeti kim ya da kimler işlemiştir sorusuna ise kitabın sonlarında ulaşıyor ve ... gerisi meraklı okuyucuya kalsın :p

kitap kesinlikle okunmalıdır.. hele ki istanbul'da yaşıyorsanız!.. okuyucu puanım 10 üzerinden 9!..  yani eliniz, ayağınız tutuyor, gözünüz görüyorken okuyun şunu..

[kitap everest yayınları'ndan yayınlanmış olup 561 sayfadır] 

* " Başkalarına duyulan sevgi, ölenlere olan bağı azaltmamalıdır." / s.18
* " Önemli olan baktığın şey değil, baktığın şeyin sende neler uyandırdığıdır." / s.74
* " Bu şehir ardından gelecek senin / aynı sokaklarda dolaşacaksın / aynı mahallede ihtiyarlayacaksın / aynı evlerde kır düşecek saçlarına / bu şehirdir gideceğin / Başka bir yer umma..." / s.88
* " Katiller her zaman kötü insanların arasından çıkmaz." / s.119
* " Silahla yaşayan silahla ölür." / s.130
* " Olanı kabullenmek bazen en büüyük erdemdir." / s. 149
* " Kandilli yüzerken uykularda / Mehtâbı sürükledik uykularda. / Bir yoldu parıldayan, gümüşten, / Gittik... Bahis açmadık dönüşten. / Hülyâ tepeler, hayâl ağaçlar... Durgun suda dinlenen yamaçlar... / Mevsim su öyle bir zaman ki / Gaaip bir mûsıkiydi sanki. / Gitmiş kaybolmuşuz uzakta, Rü'yâ sona ermeden şafakta..." / s. 191
* " İnsanın ruhunun yarası dikiş tutmaz." / s. 263
* " Değişimin en büyük düşmanı önyargıdır." / s.433
* " Ölümü yoldaş seçenlerin ölümden başka kazanacakları zafer yoktur." / s.441
* " Vicdan azabı duymak bile anlamsız bir hayat sürmekten daha iyidir." / s.555


                                                                                                                                           

günün bilgisi: osmanlı arması, sultan abdülmecid döneminde tasarlanmıştır.. son şeklini ise sultan abdülhamid döneminde alarak üzerine; abdülhamid'in tuğrası, terazi ve silahlar eklenmiştir..
günün şarkısı: [TIKTIK]

görsel: blog.ratestogo

Cumartesi, Ocak 01, 2011

bir yudum çay..


parmak uçlarının giderek ısındığını fark ediyordu ateşin başında.. daha fazla sabredemedi ve bardağına doldurdu çayını.. üstelik demi en bol yerinden..

tek şekerini yerleştirdiği bardağından sessizliği yararak çınladı kaşığının sesi.. sonra derin bir yudum aldı.. çayın demi tam oturmasa da tatlı sıcaklığına bırakıverdi kendini..

omuzuna doladığı atkısını yavaşça sıyırarak sandalyesinin yedeğine aldı.. gözünde taze anılar, buğu deryasına daldı gitti uzunca bir süre.. yılların teker teker uçup gitmesini seyretti perde gerisinde.. önce ilk adımlar, üç tekerlekli, körebe derken büyümeye başlamıştı zamana inat..

bardağını tazelerken gözü çaprazındaki aynaya ilişti.. dona kaldı bir süre.. ayaklandı ve yakından süzmeye başladı bu yabancıyı..  

avurtları çökmeye başlamış, çenesine tutunan iki tutam sakalı nispeten ağarmaya yüz tutmuştu.. sonra gözü ellerine kaydı.. irkildi önce.. ta içinde hissetti garip ürpertiyi.. ne hale gelmişti elleri.. sonra yavaşça bir damla peyda oldu gözünde.. bata/çıka, yavaşça süzülerek gamzesine kondu.. geride buharlı bir ark açılmıştı.. bir süre sonra debisi artan ark, taşarak boğazında hıçkırık oldu..

bu yabancıyı tanımıyordu.. hem de hiç.. elinin tersiyle yüzündeki çoraklığı süpürüp attı.. gülümsemeye çalışarak geri döndü sandalyesine.. bir yudum daha aldı çayından..

demliğine sokuldu neden sonra.. suretini tekrar incelemeye başladı buğuların ardı sıra.. bir ileri bir geri, şekilden şekile soktu cismini.. demlik bu aynaya benzemez..  bir anda neşesi yerine geldi.. parmak uçlarına hoh hoh yaparken geriye doğru yaslandı, bardağını sıkıca sarmalayarak..

ocakta tüten çayın buharı tütsüleniryordu bütün odaya.. bir kaç saniyeden öte değildi damlaların flu dansı..

... kelebek edasında, nefes tortusunda yitip gittiler zamanda..
 

herkese iyi seneler dilerim :)

günün bilgisi: osmanlı padişahları içinde hiç çocuğu olmayan padişahlar; II.Süleyman, I.Mahmud, III.Osman, III.Selim ve I.Mustafa'dır..
günün şarkısı: [TIKTIK]

?

Fotoğrafım
İstanbul, Tokat, Türkiye
ben sezer; klasik uygulamalı, güdüsel bir hamle sonucu, anında dünyaya gelip, henüz olunmayan bir pratiğe zorunlu olarak itilmiş, nüfusa ilave bir insan..