Salı, Aralık 28, 2010

palamut..


gecenin bu vakti hiç erinmeyerek içimi dökmek istiyorum.. yoksa fena halde sinirden zıbarıp kalıcam bir köşede!.. 

canlı para.. malûmunuz olduğu üzre, bilgi yarışmalarının ekranlarda yer alan son "hit"i.. herkes kıyısından köşesinden, "acaba len beni de çağırırlar mı?" diye mutlaka başvurmuştır.. nihayetinde de acayip acayip hayaller kuryordur olmayan parasıyla!.. 

neyse lafı döndürmeye gerek yok.. az önce.. çok değil maksimum kırk dakika önce yarışmaya iki bayan, merdiven engellerini de aşarak pür-heyecan yarışmaya başladılar.. kısa bir tanışma.. ikiside üniversite mezunu insan.. ve ikisi de bir şekilde hayata tutunmuşlar.. ilk heyecanlarını atsınlar gibisinden bir tavır eşliğinde ilk soru geliyor önlerine..

soru: aşağıdaki isimlerden hangisi hem hayvan hem de bitki ismi olarak kullanılır?
şıklar: KEKİK - BALDIRAN - MÜRVER - PALAMUT

bu iki bayan arkadaş heyecan kasırgası içinde paralara yaklaşarak, son derece yanlış bir bölüştürmeyle,  (ulen hadi mürveri bilmiyorsunuz ona biraz koymanızı anlıyoruz) PALAMUT şıkkını boşta bırakarak yerlerine dönüyorlar.. 

be insan.. sen üniversite mezunusun.. aslında bilgili olmak için bir kriter olmamalıdır üniversite mezunu olmak.. ama millet oalrak bizde böyle bir kanı var.. ne kadar kalem eskittiysen o kadar bilgilisindir.. normalde böyle olması gerekli, ama işin içine girince böyle değil malesef.. benim babam ilkokul mezunu bir insandır.. ve inanın ki üniversite mezunuyum diye insan içinde dolaşan bir çok insandan daha bilgili ve hatta 10 üniversite gücündedir.. ben bir damlaysam deryada, babam bir kovadır benim için!.. 

neyse sulandırmaya gerek yok... hani olur heyecan falan fişmekan.. ama yuhh kardeşim bee.. insan hiç mi kestane, gürgen, palamut.. altı yaprak üstü bulut şarkısını söylememiştir küçükken.. insan bir balık olduğunu bilmez mi yahu palamut'un.. bunları bilmek için yıllarca dirsek çürütmeye gerek yok.. "çok entelim, çok bilgiliyim.. şıkır şıkır da giyinir, afrika'nın bütün ülkelerini sayabilirim" havalarında gezmek marifet değil güzel kardeşlerim.. sen burnunun dibindeki çıbanı sıkamıyorsan, elalemin ayağındakinden sanane be..!

üniversite işi tam bi tırt.. evet tam bi tırt.. anneden babadan tokatlanan paralarla, yurt köşelerinde, ev bellerinde sabahlara kadar batak oynanır.. elde sigara, cepte son model telefon.. beyinde en küçük hücre çalıştırılmaya çaba harcanmaz.. yalnızca vize-final haftası hatra gelen görevler.. sırf görev bilinciyle yapılan eylemler.. ulen senin için koca nimet lan bu.. daha ne zaman o küçük beynine hava pompalayabilirsin ki.. hee cevap versene.. nerde kaldı bu toprakların idealist insanları.. nerde bir mum ışığında, bir çıra gölgesinde çalışılan dersler.. nerde karlı dağları aşarak gidilen soğuk, derme çatma, zifiri derslikler..

sen şimdi bunların palamut'la ne alası var diyeceksin.. çok üzerine gidiyorsun kızların diycek ve beni cinsiyet ayrımcılıyla nitelendiriceksin belki de.. olsun be olsun.. evet bütün bu zırvakların palamutla hiç bir ilgisi yok!

"kestane, gürgen palamut
altı yaprak üstü bulut!"

ohhh rahatladım!..

                                                                                                                                           

günün bilgisi: palamut bir balık olmasının yanı sıra hem de bir bitkidir canım kardeşim.. meraklısına mürver; mürver halk arasında osuruk çiçeği diye tabir edilen bir bitkinin çalılaşmış / çırpılaşmış halidir..
günün şarksı: [TIKTIK]

Pazar, Aralık 26, 2010

Luke Rhinehart - Zar Adam'ın Peşinde

 

"zar adam" serisinin ikinci kitabıdır bu kitap.. biraz sert bir giriş olacak ama baştan belirteyim; ilk kitap kadar sürükleyici ve yeterli bulmadım kitabı.. insan devamı olan bir kitabı okuduğunda ister istemez diğerleriyle bir kıyaslamaya gidiyor.. haliyle, ki seriyi okumaya karar verdiyse, o "ilk lezzet"i aramaya koyuluyor diğer kitaplarda da.. belki de bir okuyucu olarak yanlışımız burdan kaynaklanıyordur.. ve zannımca bu aşılması pek kolay olabilecek bir sorun değildir.. 

serinin ilk kitabı luke rhinehart'ın zar'ı keşfetmesiyle ve hayatına sokmasıyka devam ediyordu.. luke, zarın peşinde sürüklenerek ailesinden ve kişisel benliğinden uzaklaşarak, yeni arayışlara yönelmiş ve meçhul bir sonla kitabı noktalamıştı.. aralarda ailesinde savrulmalar başlamış, oğlu larry'le kızı geri planda kalmıştı.. tabii ki karısıda.. bir tek psikolog dostu dr. ecstein ve luke'nin ilk zar deneyimi olan karısı mrs. ecstein ön plandaydı kitap boyu.. bu durum ikinci kitapta da devam ediyor.. yalnız bir farkla!..

zar adam'ın peşinde kitabında serüvene oğlu larry de katılıyor.. ve tamamen kurgu onun üzerinde.. kitaptaki tek amaç, zarları takip ederek, larry'nin babasına ulaşması.. zira babasının terk etmesinin üzerinden 15 yıl geçmiştir.. larry kendi düzenini kurmuştur.. ansızın babasından gelen bir emareyle işkillenir ve bütün düzenini alt-üst yapabilecek bir seçimle babasının peşine düşer.. gerisi teferruat.. kitabı okumak isteyenlere ayıp olur bir kitabın sonucunu söylemek..

zar felsefesine bakacak olursak birazcık; tamam, kabul.. mantıklı bir düşüncenin kabul edemeyeceği şeyler.. zaten her okunulanı hayatımızın içine soksaydık, ya tımarhaneyi boylamış ya da çoktan pamuğu tıkamış olurduk.. ancak atlanmayacak gizler var kitabın içerisinde.. insan hayatınınn tek düzeliğine vurgu yapılıyor aslında.. salt benlğimizden oluşan dünyamızda, aslında hergün dolabımızdaki bir kıyafeti giyerek, o gün o rolü üstlendiğimizi söylemek istiyor.. zar yalnızca bir araç burada.. asıl amaç insan hayaını tek benlikten kurtarmak ve aslında hergün giymiş olduğu kıyafetleri ütülemek!.. ancaak unutulmamalıdır ki;  resimden de anlaşılacağı üzre, "hayat asla 6 köşesi olan bir zar değildir".. 

kitapla alakalı okuyucu puanım 10 üzerinden 5'tir.. yani, "okunacak o kadar çok kitap varken ve sizin bir yerden başlamanız gerekiyorken, bu başlangıç için son derece kötü bir tercihtir" manasına gelir.. ayracıma takılanları veriyor ve el sallayarak uzaklaşıyorum.. sevgilerle :)

[kitap toplam 447 sayfa - pegasus yayınları'ndan peydahlanmıştır.]
  • " Kravat, gücü önemsemenin sembolüdür." / s.33
  • " Geç kalan bir adam orada olmayan adamdır." / s.35
  • " Kaybedenler boş vakitlerin tadını daha çok çıkarırlar." / s.55
  • " Parola bildiğiniz bir şey değildir. Tahmin edilen bir şeydir." / s.117
  • " Bağımsızlığın her yolu kölelikle başlar." / s.152
  • "  Kaybetmekten korktuğun şeyi kaybedersen ne kaybedersin?" / s.194
  • " İki yoldan da aynı anda gidemezsin." / s. 230
  • " Tanrı mantıklı olsaydı evrenin % 99'u yaratılmamış olurdu - hele insanlar kesinlikle-." / s.259
  • " İnsan kendi kaderinin efendisi ve ruhunun kapatanıdır. Ve de hayvansal arzularının kurbanıdır." / s.350
  • " Para kazanırken, savaşlar her zaman daha keyiflidir." / s.404
  • " Kişilik bayatlamaya meyillidir; onu uyandıracak ve canlı tutacak bir şeyler keşfetmelisin. Özellikle de yaşlandıkça." / s.445
                                                                                                                                           

günün bilgisi: mimar sinan'ın kalfalık eserim dediği yapıt; süleymaniye camii'sidir.. mimar sinan'ın çıraklık eserim diye nitelendirdiği yapıt ta şehzade camii'siyken, ustaklık eseri de; selimiye camii'sidir..
günü şarkısı: [TIKTIK]

Perşembe, Aralık 23, 2010

bir gün..


bir gün, alıp başını çekip gitmek yatar herkesin gizinde.. nereye, ne zaman ve neden olduğunun hiç bir önemi yoktur.

minicik bir çanta.. içine ne bulduysan doldurursun işte.. ille de iki-üç kitap.. sonra parfüm filanda olur belki.. sahi unutmadan, eski bir kaç da fotoğraf..

çanta, her anıda daha da ağırlaşmaya başlar.. yola çıkmak bir tarafa, fermuar patlama raddesine yaklaşırken, "neleri ayıklamalıyım"ın derdine düşersin.. omuzlar taşıyamaz artık onu.. halbuki yükünü sırtlanıp uzaklaşabilmeli insan.. bütün ağırlığına inatla..

yola çıksaydın eğer.

                                                                                                                                            
günün bilgisi: mağrip ülkeleri? günümüzde mağrip bölgesinin temel ülkeleri; fas, cezayir, tunus ve batı sahra'dan oluşur..  geniş çerçeveden bakıldığında bu ülkelere; libya ve moritanya'yı da eklememiz gerekir..
günün şarkısı: [TIKTIK]

görsel: burak aydemir..

Pazar, Aralık 19, 2010

söğüt çocuk


tomurcuk açar
nergis teninde ölüm--
gençken ihtiyar.

haiku neydir diye halen düşünüyorsan buradan bir bakıver!..

                                                                                                                                    

günün bilgisi: dünyanın en uzun köprüsü; "akashi kaikyö" köprüsüdür.. isminden de anlaşılacağı üzre japonya'da yer almaktadır.. kobe ile avaci arasındadır.. uzunluğu 1991 metredir.. ülkemizdeki köprülerle bir kıyaslama yaparsak; birinci köprü (boğaziçi köprüsü) 1973'de yapılmış olup uzunluğu 1074 metredir.. 1988'de yapımı tamamlanan fatih sultan mehmet köprüsü ise 1090 metredir.. 
günün şarkısı: [TIKTIK]

Perşembe, Aralık 16, 2010

Agatha Christie - Cinayetin Alfabesi "ABC"

 

"agatha christie" yıllardır içimde hep ukte olarak kalmıştır.. zira yıllardır hep ertelemişimdir.. zaman zaman, elime herhangi bir kitabını almış ve son anda farklı kitaplara yönelmişimdir.. ilk kez bir agatha christie kitabını okudum.. ve hele şükür diyorum kendime.. bu şahsen benim ayıbım!.. polisiye kitaplara bu derece bağlıyken agatha'yı hep es geçmek büyük bir eşekliktir!.. kendimi kınadım ve sonunda okudum.. sonunda diyorum çünkü kitaplar tozdan felakete uğramışlar.. okurken arada bir de hapşırmadım dersem yalan olur..

ben, stephen king ve cengiz aytmatov dışında başka yazarların sürekli takipçisi değilimdir.. rafta gözüme çarpan, enteresan kitaplara yönelirim çoğu zaman.. yazarı, üslubu hiç mi hiç umurumda olmaz.. bir kitap beni oku diye devam ediyorsa gerisi teferruattır.. zaten böyle de olması gerekli diye düşünüyorum.. sürekli belirli yazarlara ve eselerine bağlı kalmak,okuyucunun farklı yazarları, farklı üslupları yudumlamasına engel olur.. bereket ki bunu artık aşmaya başlıyorum.. az biraz daha zaman.. neyse kitaba geri dönelim..

agatha christie, bütün dünyada polisiye romanlarının ağababası olarak bilinir ki en büyük ayıbımın bu noktayı es geçmek olduğundan dem vurmuştum.. üslup olarak olayları belirli bir düzene yaymıştı kitapta.. polisiye romanların kendi içinde çeşitli gizler yer alır.. ve eğer gerçek bir polisiye okuyucusuysanız, elinizde kitabın dışında hemen yan tarafınızda, kağıt kalem hazır kıta bekler.. cinayetin alfabesi "abc" kitabında her bölüm sonrasında kaleme sarıldığımı içtenlikle söyleyebilirim.. ana karakter "poirot"un (kendisi belçika asıllı bir dedektiftir) sorduğu  soruların (o an için saçma sapan gelen soruları), yaptığı enteresan hareketleri bi kenera not etim.. ben, üzerinde yoğunlaşılan zanlıların anatomisiyle ilgilenirken kitabın sonunda "yuhh ohhaa.. çüşş.. bu adam mı katil?.. yaa bi git allasen.. hmm hakketten oymuş lan"  nidaları ("o"dan kastım dedektif değil len!) gece gece pederi uyandırdı.. kitap o derece içine çekiyor okuyucuyu.. bazı bölümlerinde siz karakter analizlerine girişirken işlenen cinayetleri kaçırabiliyorsunuz.. zaten polisiye romanların özünde bu vardır.. aynı kitabı ikinci defa okuduğunuzda, cinayetle alakalı başka bir ışık yanar kafanızda.. "hhmm bak bu adam çorap satıyodu.. cinayet mahallinde bi deste çorap buldular.. ayrıca trenle geldiğide anlaşılıyor.. maktulün sol yanında, geçen cinayette olduğu gibi, bir tren sefer tarifesi bırakılmış.. hmm şimdi buna göre demek ki olay bir seri cinayet ve anlaşılan psikopat katil olayların başka birisinin üzerine yıkılmasını istemiyor.." gibisinden detaylarla boğuşursunuz ki bence polisiye okumanın en keyifli tarafı yazarın size fikir yürütmek için ve de açıkçası kitabın sonunda g.t olmanızı sağlamak için geniş alanlar bırakmasıdır.. daha öncede dediğim gibi: "yuhh ohhaa.. çüşş.. bu adam mı katil?.. yaa bi git allasen.. hmm hakketten oymuş lan" ritüelini tekrar edersiniz.. 

kitap hakkında fazla ayrıntıya girmeye gerek yok.. meraklıları okumalıdır diye düşünüyorum.. kitabın başından, ortasından sonundan bi kuple sunmaktan nefret ediyorum.. bu şeye benziyo: hani evde herkes bi filmi izlemiştirde bi siz izlememişsinizdir.. aksilik evde herkesin olduğu bi gün filmi tv de verirler.. her adımda birisi "bak şimdi şöyle olucak.. aslında o ölmedi.. sadece hafızasını kaybetti" gibisinden sürekli araya girer ve bi işkenceye dönüştürür filmi.. ki insan bu durumda katil olabilir!.. kitaba okuyucu gözüyle verdiğim not 10 üzerinden 8'dir.. ki eli sıkı biriyimdir ve bu puan okumassan çok şey kaybedersin manasına gelir!.. ve son olarak kitaptan ayracıma takılan yerleri vererek uzaklaşmak istiyorum.. çavbella :)

[kitap toplam 175 sayfa - altın kitaplar'dan yayınlanmıştır]
  • "Bir deliyi ciddiye almak gerekir, dostum. Çünkü bir deli tehlikelidir." / ss.13
  • "İçkiyi fazla kaçıran bir erkeğin kudurmuş bir kurttan hiç farkı yoktur." / ss. 35
  • "Bütün sessiz insanlar, bir kez öfkelendiklerinde değişirler." / ss.60
  • "Sözle yazı arasında inanılmayacak kadar dein bir uçurum vardır." / ss. 85
  • "Sözler, düşüncenin dış elbiseleridir." / ss.93
  • "Bir insanın kafası ne kadar dolu olsa da, göz yine de bazı şeyleri fark eder." / ss.95
  • "Cinayetlerin bütün sırrı şu bir tek cümlede gizli: O pek dikkati çekecek bir tip değildi. / ss.114
  • "Rulette arka arkaya siyah geleblir. Ama en sonunda topun kırmızının da üzerinde durması gerekir." / ss.120
  • "Bir adım... Sonra bir adım daha... Yürümek ne acayip şey.." / ss.142
  • "Bir şeyi gizlemek isteyen bir insan için konuşmaktan daha tehlikeli bir şey olamaz. İnsanlar konuşurlarken kendilerini ele verirler" / ss.147-148
  • "Bir ormanda bir tek ağacı fark etmezsiniz." - Sheakespeare / ss.163
                                                                                                                                           

günün bilgisi: dünyanın en uzun kesintisiz kara sınırı: abd-kanada sınırıdır..
günün şarkısı: [TIKTIK]

görseller: agathachristie.com'dan alıntıdır..

Çarşamba, Aralık 15, 2010

şimdi reklamlar..


ne zamandır tv'de reklamlarda dönüyor.. 1 ay 3 hafta olsun mu? diye.. baştan diyim bu kadar heveslenmeyin.. sadece bir banka reklamıdır bu!.. zamanın bütçelere kıt geldiğinden, insanların yetişemediğinden dem vuruluyor duraksızın.. haliyle bir kredi kartıyla diğer kredi kartı borçlarını kapatmaya alışkın millet, bunada balıklama atlar mı bilinmez.. ama yok artık ebesinin zurnası demeninde zamanı geldide geçiyo bile!..

118 80.. 80 80.. reklamına ifrit olmayan varsa beri gelsin bitane çakayım ağzının ortasına!.. arkadaş beynimiz delindi bee.. vallahi yeter!..

ttnet tırıvırıları.. arkadaş neredeyse tekelsiniz.. evinde telefonu olmayan insan evladı yok memlekette.. bu ne doyumsuzluktur yahu.. her ay alo bile demesen 20 TL abonman parası alıyosun, üstüne bide reklam işine soyunuyosun.. ayrıca sunduğun internet hizmeti de tamamen cacıkgiller familyasından! zırt pırt sunucu bulunamıyor, bağlanmaya çalışıyor zurnalarını çalalı az buz zaman olmadı.. kaç yazım ben yazarken bu eyleminize kurban gitti.. alayınıza düğün alayı!.

türkcell.. daha fazla hayat tırıvırıları ve bence iğrenç bi müzik/slogan eşleşmesi.. artık inanın midem bulandı.. yıllardır turkcell'in kazıklaması oturmuyor da böyle ipe sapa gelmez, akılda yalnızca ifrit özellikleri kalan reklamların yayınlanıyor olması içime oturuyor.. ulen ne güzel özgür kız'ımız vardı bizim be.. nerde haydut gibi adamlar varsa onları getirin ekranlara.. aferin!.. elimde olsa deiştiricem hattı ama alışkanlık! zor geliyor bi müddetten sonra taşınmak.. 

çıkarım onla her yola toyootaa.. artık bu ses te pek naif gelmiyor.. ben "onyüzbin baloncuk yuttum" reklamlarını, neredeyse bir dizi süresince yayında kalan "konulu oralet reklamları"nı özledim be.. şöyle rıdvan dilmen arabadan inse, topu bi güzel eline alsa, tel örgülerdeki izleyiciye fırlatsa saçlarını dalgalandırarak.. ya da cem yılmaz sürekli cips yese ekranlarda!

reklam işinin artık b.kunun çıktığını düşünüyorum.. yok tanıtıcı reklamlar, yok son 5 dakka  reklamları, yok  kısa bi reklam arası, yok bilmem ne zıkkımın sunduğu dizimiz reklamlardan sonra devam edecek.. yok  yayınımızda gizli/sanal reklam uygulaması bulunmaktadır falan filan..yahu kısa kesinde aydın havası olsun!.. 

hah şimdi tuvalete gidebilirsin kaldığımız yerden reklamlardan sonra devam edicez!.. şimdi reklamlar..

                                                                                                                                           

günün bilgisi: japonya ve rusya, ikinci dünya savaşında karşılıklı olarak barış anlaşmalarını imzalamamışlardır.. dolayısıyla günümüzde resmi olarak halen savaş halindedirler.. 
günün şarkısı: [TIKTIK]

Pazartesi, Aralık 13, 2010

yumurtam sucuklu olsun!..


gündem yavaş yavaş değişiyor.. havaların soğukluğundan dem vuruluyor artık tv'lerde.. "arkanıza kalın bir şeyler alın yoksa üşütürsünüz" gibisinden samimiyetten uzak tavsiyelerle doldu ekranlarımız.. halbuki daha üç/beş bilemedin sekiz gün öncesinde her taraftan aynı mizansen yükseliyordu.. "yumurta!".. 

ülkemizin içinde bulunduğu koşullara, türlü huylarına bizler alıştık artık.. ne olsa "zaten belliydi" ya da "huhh olmasa şaşardım" gibisinden tepkiler veriyorsak söze çokta gerek yok aslında.. 

bir tarafta demokrasi kelebekliği yapan naçizane ülkeler!.. ve ber(i)tarafta da biz sevgi kelebekleri!.. ne hoş dimi dünya.. bugün dünyamızın bir tarafalarına düşen bombacıkların bir gün de bizim kafamıza inebileceğini hiç hesaplayamıyoruz.. nasıl hesaplayalım; ansızın düşen/düşürülen uçaklarımızda nedense hep mekanik bir arıza çıkıyor.. (pilota bile yormuyoruz).. sınır ihlalleri olduğu vakit hep bilmem ne milletlerarası zırvalıkları karşımıza dikiliyor.. dünyada hukuk zırvalıklarını kullanamayan ya da kullanılmasını umursayan yekpare millet biziz!.. neden? çünkü biz türküz!.. alttan almalıyız..

dışarıda durumlar böyle sürerken haliyle içeridede birbirimizi yemekle meşgulüz!.. acaba hangi tarafından yakalasakta alaşağı etsek diye düşünüyoruz.. yıllardır öğrenci meseleleri ülkemizin kanayan yarasıdır.. meseleyi sadece öğrenci meselesine, yumurta işlerine indirgemekte eşeklik olur baştan söyleleyim.. 

susmanın/susturulmanın yegane gaye olduğu ülkemizde haliyle konuşmak için ağzını açan cop'u yiyor kafasına.. sonrada bir güzel pışpışlanıyor..

kel/göbekli adamlar!.. ülkemizi ne hale getiriyosunuz lan! bi durunda bakın.. iki demet az paranız olsun n'olur!.. simsarlıklarınızla bu hale geldik.. nerdeyse osurmaya da vergi konucak.. bu kadar para toparlanıyor, bu kadar varlık satılıyor, ortalıkta gene bir şey yok! nereye gidiyor diye soran da yok!.. onlarında cebi doluyor.. olan kafasına cop'u yiyene, işsiz-aşsız bir gün daha volta atana oluyor.. sanki tek derdimiz buymuş gibi de bültenlerinde 35e 45 yayın yapanlarıda anlamak mümkün değil.. karşısında böyle bir muhalefet olduğu sürece tayyeap amcam bi 300 sene daha kalır orda! (tabiki zihinsel olarak).. hoş tayyeap amcanın devrilmesi, elini eteğini çekme meseleside değil mesele.. kim gelse cebini dolduruyor zaten.. ülkeme bi kazık çakın lan.. buraya ait olsun burada kalsın.. siz kazığı içimize çakmaktan başka bişey yapmıyosunuz.. 

ben bu satırları yazarken bir sürü insan çoktan öldü ve bir çoğuda doğmak üzere.. ve bir genç berdel olarak yeni hayatına başlamak üzere.. belki de osman tabancasına kurşunları doldurmuş, ablasını vurmaya gidiyordur.. mutlaka bir kaç kişide soğuktan donmak üzeridir.. bizler kıçımızı sıcağa almış, türlü hoyratlıkla saniyelerimizi saçmaya devam ediyoruz.. oysaki en değerli şeyin zaman olduğunu pamuk tıkandıktan sonra anlayacağız!..

her şeyin değerinin parayla ölçüldüğü bir dünyada yaşıyoruz.. para işin içine girdiyse gerisini salla gitsin.. aslında içinde bulunduğumuz durumu ahmet karcılar fotoğraf hikayeleri'nde gayet güzel özetlemiş: "İnsanlar hayatlarının anlamını kaybettiler. Neden biliyor musun? Çünkü fabrikasyon var, hiçbir işin tamamını bilmiyorlar. Bütünün anlamsız bir parçasını yapmaktan sıkıldılar. Çünkü yabancılaşma var, komşularını tanımıyorlar: Çocukken dinledikleri komşuluk hikâyelerini, kalabalık aile ilişkilerini özlediler. Çünkü oturdukları kalabalık kentlerde çok yalnızlar. Yakında hep birlikte hayatları için bir anlam aramaya başlayacaklar" (nokta!)

                                                                                                              

günün bilgisi: sokullu mehmet paşa; kanuni sultan süleyman, ikinci selim ve üçüncü murat dönemlerinde olmak üzere, toplam üç dönem, 14 yıl sadrazamlık yapmıştır. ayrıca sırp asıllıdır.
günün şarkısı: [TIKTIK]

resim: leman, 924. sayısı..

Çarşamba, Aralık 08, 2010

huhh.. performans ödevleri!


ülkemiz ne zamandır yeni bir eğitim sistemi üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır.. detaylarına fazla girmeden bunun olumlu/olumsuz yansımalarını canlı bir tanıdığı olarak, usanmış bir tanık, saçmalayabildiğim yere kadar aksettiricem.. iş bu yazı belki bütüün mağdurların yüreklerine kibriti çakabilir.. olsun..

şimdi efenim ahh o eski okulcuklar, eski tahta masalarımız, neblim eski kırmızı kurdaleli günlerimizi özlemedim desem billahi talan olur!.. şöyle bi geriye doğru bakınca, okumayı söktüğümde yıllardan 94 filandı ve annem sevinç içinde bi kutu çokoprens dağıtmıştı tüm sınıfa :).. eskinin kendi içinde bi tatlılığı ve de şimdi dillendiremediğim kendine has bi sıcaklığı vardı.. gömlek kırk yerden yamalı, sümük mendillerimiz hazır kıta ütülü olarak ceplerimizdeydi.. ödev mödev traş işler gelirdi bize, en azıda bana!.. okuldan yaka/paça koşarak eve gelir, önlük bi tarafta çanta bi tarafta, merdivenlerden koşarak kaçardık dışarıya.. geride yalnızca "annnnee ben dışarıya çıkıyorummm" tizlemeleri kalırdı.. e haliyle evin kutsal kadını bi güzel kalay geçerdi üstümüze.. "ulen sıpa, çorapları bile tekleme giymişin.. nereye bu acele, b.k mu var sokakta!" şeklinde hınzırca severdi aslında bizi.. hep en iyi olmamızı istemediler mi?.. peder eve gelince başlardı ufak çaplı bi tantana.. "oğlun bugün aferin almış babası.. göster bakalım defterini"..  .. "aferin" denilir gene elde kumanda (bak ozamanlar bile modaydı kumanda.. gerçi daha star filan yeni yeni çıkmıştı.. yerli kanallar.. hakimiyet trt'de filan!) 

neyse işte bi hoştuk len o zamanlar.. sürekli dizlerimiz yara bere içinde dönerdik eve.. hiç bi pantolonumun dizlerinde yama/etiket eksik olmadı.. biz sokakta yetiştik, büyüdük.. bütün kaslarımızı doya doya kullandık!. küçük dağlarımız vaardı mahalle aralarında.. oralara küçük garajlar yaptık.. çevresinde biten ne idüğü belirsiz bitkileri gözlerimize pırtlattık.. en güzelide yan mahalleyle sürekli maç vardı lan!.. biraz demode ama hakketen öyle; "biz büyüdük ve kirlendi dünya"..

gelgelelim bizim kerkenezlere.. her güne ayrı bi senfoniyle karşımızdalar.. bi kere hiçbir şey öğrenmeden dünyanın hamallığını yapıyolar.. bakıyosunuz; yok mukavvalar kesilecek, üstüne resimler yapıştırılacak.. yok bilmem hangi devrin sultanlarının önemli olayları zımparalanacak filan.. tamam iyi güzel yapılsın bunlarda; lan daha bi tane kendisinin hazırladığını göremiyoz ki performans ödevleri denen zırvalıkları.. ulen sanırsınız velilere özel bi sistem anasını satam.. 

evde bi ufaklık var.. henüz dörde gidiyo kızcağız.. allah yardım etsin bu hızla 80 senede üniversiteyi zor görürler! bi kere içi boş bi eğitim alıyolar.. ulen dördüncü sınıfa gelmiş bi adam atlasta türkiye'nin yerini bilmiyosa/öğretilmemişse, turp sıkarım öyle eğitimin içine!.

son tümcelere girerken yinelemek istiyorum; "milli eğitimin tamamen bi taraflarıdan uydurduğu bu sistem, beyni alınmış ördekler yetiştirmenin yanı sıra, velilerin bilgisini ve de sabrını ölçmeye yöneliktir!.." tamamen kırtasiyecilik üzerine dönen bi sistem olmaz, yaşayamaz!.. öncelikle çocuk olduklarının ve bunu yaşamaları gerektiğinin aşılanması gerekli.. evet, istanbul böyle.. naapalım.. her taraf beton.. sokak kavramı yok.. en azından çocuk parklarına; otel, motel, simitçi, bakkal, çakkal gibi sırf gelir getiriyor diye harfiyata girişilmemeli!.. bırakın lan, onlarda doya doya koşsunlar!..

                                                                                                                                  

günün bilgisi: türkiye'nin en uç bölgeleri nerelerdir? en kuzey ucu: sinop iline bağlı inceburun, en güney ucu: hatay iline bağlı beysun koy'u, en batı ucu: gökçeada'da ki avlakaburnu ve en doğu ucuda: ığdır iline bağlı aras ırmağı'nın dil kesimidir..

günün şarkısı: [TIKTIK]

resim: 1990 yılı, istanbul/fener - erdal yazıcı..

Pazartesi, Aralık 06, 2010

henüz minikti elleri..


uzun, genişçe bir gece uzanıyordu önünde.. çenesi avuçlarında, serçe parmağı dudaklarına bana/çıka daldı düncesine.. 

henüz minikti  elleri.. çenesine sıvanan reçineleri sıvamakla meşguldü avurtlarına.. gözlerin tatlı sarhaoşluğuna gebe merasimi uyuklamayla son bulmuştu.. olduğu yerde, sandalyenin yedeğinde kalakalmıştı.. yumuşacık öpücüklere teslim uykusundan uyandı bir baba şefkatinde.. tek gözünü deviren afacan, babasının kollarında, kendisini daha bir serbest bırakaraktan devam etti portakal çiçeklerinin ardı sıra kovalanmaya.. 

ve uyandı.. henüz minikti elleri.. bir bisiklet selesinde ufacıktan bir kavun.. peşi sıra sürüklenen toz bulutuna aldırmaksızın pedallara asıldı.. asıldı.. ve bir bahçe kenarında son buldu tekerlerin cıvıltısı.. üç öbekten oluşan çilingir merasimine birde su eklenerekten afiyete sunuldu nefs-i kübralarına.. midenin raddesi dolmuşken bastıran uykunun vehametine yenik düştü beden-i abidesi.. çimenlere serildi, başı ellerinin üzerinde.. esneyemeden daldı gitti..

ve bir çölde ilerlerken buldu zamanda kendini.. sağında solunda telaşsız kalabalar.. varışı olmayan seyyahlara karıştı gitti uçsuz bucaksız çöllerde.. dilinde bir ezgi sarhoşluğu, gözlerinde seraplar.. kum ardında saklı gölgeler uzandı belli belirsiz.. sırtında çanta, elinde kamburlu bir deynek.. sağa sola tımbır tımbır uzatarak ilerledi.. gözlerinde bir bandana.. dudağının çatlaklarına doluşmuş kum tanecikleri.. uzaklardan apollon edasında parıldayan boşluk.. ruhuna osuruk sıkan kaktüse inat yattı yanına.. bekledi ki birileri öpsünde kurbağalama devam etsin sulara.. ama olmadı işte.. gene olmadı..

yampir yumpir yorganına daha bi sıkıca sarılarak, içini ısıtın avuçların gardiyanlığında  daldı gitti tekrar portakal çiçeklerinin ardı sıra..

henüz minikti elleri..

günün şarksı:[TIKTIK]

fotoğraf: erdal yazıcı..

Cumartesi, Aralık 04, 2010

eh be madam zorro!..



madam zorro.. bu annemle aramdaki genel hitap şekli!.. misal dışarı filan çıkılacaktır hep sorulur: "madam zorro, bak dışarı çıkıcam bir şeyler lazım filansa söyle.. sonra ağlama unuttum diye!" şeklinde.. genellikle de hep unutur bir şeyler ısmarlamayı.. biraz düşünür ve "nere gitçen bakem" modunda tek kaşını indirir.. sonra aynı bildik tırıvırılar.. asıl kayışı koparan hadise bu sabah gerçekleşti.. aşağıda geçen diyaloglar abartısız aslının tıpkıçekimidir!..

saat sabahın yedisi bile olmayan kör bir vakitte seyretmektedir.. arka fonda pederin öksürük sesleri.. (ne zamandır şu sigara illetinden kurtulmasına çalışıyorum.. evin her tarafı saklı sigara paketleriyle doldu!)

madam zorro: oğluumm uyuyo musun? bak kalk hele ne anlatıcam sana...
bezgin bekir: yaa madam git alla sen.. uykum var.. camı aç ve git yatağın soğumadan yat aşşa!
madam zorro: çok acayip bi rüya gördüm bak.. dur da anlatayım..
bezgin bekir: anneeee bırak yastığımı yaa.. uykum var.. 38 saat bekleyemez misin?
madam zorro: ikinizi rüyamda gördüm! (ikinizden kasıt ben ve birader.. yan yana baza seyrinde horuldarken arkada öksürük fonu devam eder)
bezgin bekir: ufff.. gene ne gördün bee.. üstün açıkta kalmıştır hade git yat.. valla boğazlıycam seni kalkarsam!
madam zorro: biz babanla oturuyoz.. sizde karşımızdasınız.. bi çanta para getiriyolar bize.. (bi gece evvelleden canlı paradan aradılar dedim, içine dert oldu heralde)
bezgin bekir: tamam anne para iyidir bak bize getiriyolar.. hadi git yat artık!
madam zorro: ama parayı iki tane kız getiriyodu oğlum!?! (kaç zamandır dilinde everelim birinizi diye.. ulen daa 23-21 yaşlarında seyrederken oha tabi) ikiside sizin gibi kardeşler böyle..
bezgin bekir: ohaa! yeter madam valla yeter.. evlenmicem ben.. kuruyup gidicem böyle.. on sene sonra bakarıs.. git oğlunu evlendir.. beni rahat bırak sabah sabah!..
madam zorro: oğlum bak ikinizde abla kardeş alıcaksınız benden söylemesi.. bak rüyama girdi diyorum.. kalk bi hele.. bizim şansimetlerin kzıları var  iki ta..
bezgin bekir: madaaamm.. git şurdan.. valla boğarım seni.. bak osurucam şimdi.. git oğluna kulaç aç biraz.. o hevesli bu işlere! bırak beni.. ben e-v-l-e-n-m-i-c-e-m!
madam zorro: amaan be sizede bişe söylenmiyo.. kalkta ağzını bi fırçala!
bezgin bekir: hönk!?!!

resim: sony pictures digital.

?

Fotoğrafım
İstanbul, Tokat, Türkiye
ben sezer; klasik uygulamalı, güdüsel bir hamle sonucu, anında dünyaya gelip, henüz olunmayan bir pratiğe zorunlu olarak itilmiş, nüfusa ilave bir insan..