Çarşamba, Haziran 30, 2010

Geronimo / Gokhlayeh


Özgürlük... Dışından ne kadar cafcaflı gözükse de içi tamamen boşalmıştır günümüzde. Sen ve ötekilerden oluşan ciğer-i kübralarınız tamamen kuruntu üzerine kuruldu. Malesef başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin işkembe-i kübrân doymak bilmediğinden ötürü, hep "kusma nöbetleri" geçirir oldu özgürlük...

"Ailemle birlikte güzelce yaşıyor ve güneşin tadından sarhoş olurken, dilediğimce yiyecek yiyor ve halkımla meşgul olarak  huzur içinde yaşıyordum. Sonra birgün beyaz adam çıkageldi ve huzuru kendisinin sağlayacağını söyledi. Durumdan birşeyler anlayamayan bizler, herşeyde olduğu gibi, beraberce yaşamaya da karşı çıkmadık. Sonrasında karınlarımız deşildi ve kadınlarımız ruhsuz torbalara dönüştürüldü. Her şeyi açıkça bildikleri halde, şimdi diyorlar ki ben kötü biriymişim. Hatta oradakilerin en kötüsüymüşüm. Ben ne yaptım ki? Ağaçların gölgesinde ailemle birlikte yaşayıp gidiyordum" diyor GERONİMO!

Zamanında Geronimo'nun verdiği mücadele, gölgesinde huzurluca uyuyabileceği bir ağaç içindi belki de. Ya bugün? Bugün gölgesinde huzurluca uyuyabileceğimiz bir ağaç kaldı mı? Zaten olanların da köküne "can suyu" niyetine kezzap dökülüyor.

Saniyede 30 km hızla dönen dünyanın içinde neler döndüğü pekte ırgalamaz insanları. Sanki herkes aynı anda çakma 3D gözlüklerini taktı ve kanın kızıla boyadığı nehirleri göremiyorlar. Nasılsa ekranda koşturan dinazorlar sizi ısırmazlar!.. Yanlızca kendi gölgesine saklanan koyunlar misali sıranın bir gün kedisine geleceğini kör-ememektedirler!

Sağırlaşan kulaklarını burjuva sorunlarına harcayan insanlar çoğalmıştır. Artık bencil, pislik, manyak bir insan modelini taşıyoruz geleceğe..

Dinleyin! Yoksa diliniz sizi sağır edecek!*

*Kızılderili Atasözü

Salı, Haziran 29, 2010

fenerle ışıldayan böcek..

 uç uç böceği.. uçma olum boşuna.. annenin parası bitmiş.. yok sana terlik pabuç filan..  bak taze güneşte var seril, yapış yat yere..

asma be olum suratını.. ekonomik kriz varmış öle diolar.. döndür çevir, g.tüne sok ekonomiye can ver! meteliğe osuruk atarken bu uçma sevdasını da nerden çıkardın hem.. bi sittir git be olm.. en fazla üç beş çimen uçuyosun zaten.. buna uçmak ta denemez, zıplamak.. nihahaha.. biliyorum aşşağılık biriyim ama sen de herşeyin farkındasın ki artık parmak ucuma doğru değilde cebime doğru gidiosun dümbelek.. yemezler.. uçma ayağına bizde ki paçozları da ayaklıycan.. gözüme baksana sen benim.. yermiyim lan ben bu numaraları.. nihahaha ağlama be olum.. düşman doğru söyler.. dost mu? hadi len.. oda palavra.. acı söyleyen dostun aq.. seni kandırmışlar olum..

olm baksana bi, senin rengin de solmuş haa.. kesin küresel tırıvırılardandır.. hepsi senin bu uçma meramından kaynaklanıyo.. osura osura uçarsan havayı kirletirsin.. arkana filtre takman lazım.. senden sonraki çimen avcılarını düşünmüyon mu hiç.. vay vicdansız.. bide bana tırıvırı yapıon.. yok sana parmak ucu filan.. sittir git nereye konarsan kon.. çokta fifi..

noldu rengin yerine geldi.. ama beneklerinden ateş çıkıo olm.. ne ayaksın lan sen.. olm parizyen çorabı kafasına geçirenini gördüm de paçalı donu ilk kez görüom lan!. sen işine bak ben izliycem biraz daha seni.. ilk kez yaratıcı bi hırsız görüyorum ama baştan söyleyeyim vitrinimde ki tırıvırılara dokunma.. onların maneviyatı var..

ohaa.. bi de el atayım istersen.. su da dökeyim.. canın sıkıldıkça uğrarsın.. kusra bakma pek fazla çeşit sunamadım sana.. ama şu loto meleti bi vurunca arkana motor taktırıp ananın yanına yolluycam.. eşşoğlusu.. sittir git lan.. pikaçumusun olm sen.. ne ışıldıyosun.. tamam al git nalet olsun al .. elfenerini de al.. çakma rolex seni!.. elin şeyiyle gerdeğe girilir mi lan.

(not: ateş böcekleri çifleşme zamanı geldiğinde ateş yakarlar bünyelerinde.. çoğunlukla da hava kararınca olduğundan ,insanlar tarafından farkedilirler.. ancak yedikleri naneden bi haber insancıklar, ateş topunun küllerini seyretmeye devam eder.. korkarım ki toruncuklar bu merasimi göremeyecekler!)

Perşembe, Haziran 24, 2010

Gemi


Çıplak bir ten sıcaklığına esiyordu rüzgâr. Dalgaların merasimi kayalarda son bulurken izmarit gölü çoktan yitirmişti rengini. Bir şise ve bir şişe daha... Kaç gemi sığdırılabilirdi ki bir şişeye. Üstelik şişeyi kırmadan.

İçine yerleşirebildiği tek gemiyi iyice kapadıktan sonra bütün kuvvetiyle dalgalara fırlattı ve kaybolana kadar izledi.

Şişe içerisine hapsolan gemi yelkenlerini açacağı günün hayâliyle güneşi seyretmeye başladı. Yay şeklinde devinimini tamamlayan güneş, önce kızarıklığa ve ardından da morartıya bulanarak karanlıkla başbaşa bıraktı gemiyi. Bir anda hüzünlenen gemi, içinde bulunduğu durumu göz önüne alınca, göz yaşlarını sulusepken bıraktı şişenin içerisine. Geminin meramını anlayan şişe, derinlere doğru ilerleyerek geminin gözlerini kamaştıran yeni bir dünyaya kapı açtı. Yer altının bunca parıltısı gemiye bir vakit güneşi unuttursa da, içini ısıtan parıltıya erişemedi.

Horoz iniltisinde kabaran sular güneşle selamlaşırken şişe çoktan su yüzüne çıkmıştı. Üstelik sonuna sebep olabileceğini bile bile. Gemi bir yandan şişeden çıkabilmeyi düşlerken bir yandan da şişenin haline acımaya başladı. Şişeden ayrılması demek şişenin ölmesinden başka bir şey değildi. Oysa şişeye alıştığını hisseder gibiydi. Ancak yelkenlerinn rüzgârı kucaklamasını hayâl ettiğinde durum içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu.

Günler geminin arzuladığı gibi ışık içinde geçiyordu hep. Güneşle geçen saatlerin ardından yer altında ki dünya kapı açıyordu şişeye. Şişe bir vakit sonra gemiyle konuşmayı denedi. Ancak gemi şişeye bir türlü cevap veremiyordu. Güneşle şişenin oynaşmasının yaşandığı bir gün güneş şişeye o kadar çok yaklaştı ki geminin kahkahalarını duymaya başladı şişe. Bu duruma sevinen şişe bir yandan da sonun geldiğini hissediyordu. Ancak bunu son nefesine kadar gemiye hissettirmemeye çalışacaktı.

Bir güneş sabahında yelkenlerinin ıslandığını gören gemi göz yaşlarını tutamadı. Etrafında şişeyi aramaya başladı ancak dalgaların savurtusundan yolunu göremiyordu. Şişe ne zaman terketmişti kendisini. Üstelik bir veda bile etmeden. Güneşin tepeye ulaştığı bir zamanda yorgunluktan kendini sığlıklara zor atabilmişti. Gözlerine rüzgârın ışıl ışıl savrulduğu bir an belirdi. Kumlara çakılmış olan dostu şişeden başkası değildi bu. Ne kadar bağırdıysa da sesini duyuramadı şişeye.

Bir ten sıcaklığında esen rüzgâr dalgaların koynuna doğru sürüklerken, şişe hareketsiz, yanlızca parıltısıyla uzaklardan gülümsüyordu...

Çarşamba, Haziran 23, 2010

Edebe Ziyan Fısıltılar - II

Şiddetli sallantı ikiye böldü, uykusu yarasa körlüğünde incinen bedeni. Zaruri kasılmalar pençelendi, avurtlarını parçalarcasına.

Yastık savrulurken kenara, çoktan dikildi kaktüse inat dikenlerin kenarına. Ve adım adım koşuldu morg çığlığında hıçkıran rahvana..

Menteşe gıcırtısında aralandı tümsek. Kasılmalar aldı başını gidemeden. Nöbette yakalanan asker edasında atladı ciyaklamaların kucağına..

El çabukluğuna terk edilen dilek çeşmesi şırıldamayı kesemedi bir vakit.. Dönen nevrinin gölgesinde yundu bütün cerahatini. Ardından, uyuşan kolonlar, şiddetli kasılmalarla ilerlemeye başladı, fayansın  gölgesinde. Çekilmeye fırsat bulamayan paçoz, kanatlanarak ziyanın ortasından hörgüçlere oturdu.

Şakir kokusunda yunan yelpazeler çapakları ayıklarken, bir taraftan da gıcırtıyı arşınladı. Duvarlarına yerleştirilen avuçlardan geriye aceleye terk edilen taze osuruk kaldı!

"Edebe Ziyan Fısıltılar - I" için tıklayınız.. 

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Dişin Ardını Göremeyen Senfoni

Yüzünde çocukça bir şaşkınlık ve aptalca bir heves vardı. Bir şeyler söylemek istiyor, dudaklarını açıyor ve ağzından sadece böğürtüler çıkıyordu.

Boğazına oturan yumruğu suyla geçer sandı önceleri. Her yudumda boğazının saydamlaştığını görmek, kuş pırıltısına çeviriyordu korkularını. Korkuyordu ama neden? Yumruk muydu sebebi. Yoksa yüzmeyi mi bilemedi küçük dili.

İki yeksan radarının feri çoktan sönmek üzereydi. Ya buğu bağlamış optiklere ne demeli! Artık çıkarıp fırlatmanın yeriydi bir türlü bitiremediği kitabının ardına. Zira daha fazla dayanamadı ve ellerini başının ardına kenetleyerek taze uykuya uzandı.

Hafiften puslar içerisinde salınarak ilerliyordu perde gerisinde. Bir elinde papatya diğerinde dilekleri... Zira başka türlü dökülemezdi dilinin esareti. Neye fal açılmadı ki, vurmayan lotolar mı dersin yoksa dokunamadığı sayısız gamzeler mi... Sonra, yoksası yok düşün. Sadece elinde kalan; beyaz tortular ve geride bıraktığı 41 numara çamur izleri...

Cuma, Haziran 11, 2010

e'yi hacılamak..

zamanın spiralinde arşınlanmıştı "aliye rona"ya inat çerçeveleri.. bu sefer yalnız değildir çerçeve.. ona eşlik eden bozuk bir el feneri ve de sırtandaki delik çuval bulunmaktadır.. üstelik ninesinden kalma parizyen çorabıda sırmalanmıştı yüzüne!.. derken hırsız tokayı denk getirerek sonunda kirişi kırdı ve çakma potinlerinin ucunda sessizce ilerlemeye başladı sayfaların arasında..

her an üzerinde gezindiği kelimelere takılıp düşme tehlikesine karşın bozuk fener tetikteydi.. ne çok harf, ne çok kelime, ne çok cümle vardı.. iştahla bakınırken, çuvalında bir harflik yer olduğunu anımsadı.. acaba hangi harfi eşelese ve torbaya hacılasa mutluluk kokusu duyabilir, hırsızlığı daha geç fark edilebilirdi.
.
ilk harften başladı eşelemeye.. "A" harfi, "aba" altından "abanoz" sopasını gösterdi hırsıza.. sonra "abazan" iştahıyla "abesle" iştigal eden hırsıza dönerek "acilen" sayfalarını terk etmesini "alenen" salık verdi.. hırsız, ilk harfle girdiği "ağız dalaşı"ndan hiç hoşlanmadı ve "aşk"ı "aşıp" "at"ı alarak "aheste aheste" "B"ye doğru ilerledi...

B'de "baba" karşıladı hırsızı.. tehditkâr edalarla "babafingo"ya uğurladı kuşları!.. ardından "badikleye badikleye" defolmasına ricacı oldu! hırsız, "baba"dan gelen bu öneriyi! "boş bulunarak" kabul etti ve "böcek" iniltilerinin kol gezdiği "böğürtlen" dikenlerini aşarak "bürgü"ye dolandı ve "C"ye doğru yol aldı inceden...

C'ye çuvalındaki takırtıları dinleyerek ulaştı.. üstelik yorgunluk bu işin "caba"sıydı..  A ve B'de aradığı bir "cacık"ı bulamayan hırsızın karşısına ne "cadı"lar, ne "cadaloz"lar ve ne "cahil"ler çıktıysa da pes etmeden ilerlemeye devam etti.. derken aniden bir "canavar" çıktı karşısına ve "cansiperane" savaştı onunla.. "cemaziyülevvel"ini bildiği bu "cırcırböceği" gibi öten sözcüklerden yakasını kurtarmaya çalışarak, "cin" olmadan adam çarpabilirdi.. nihayetinde, "cilve", "cümbüş", "cüzzam" derken "Ç"nin karşısında buldu kendisini..

"çaba"ları boşa gitmemiş, "çarçabuk" C'den uzaklaşarak yeni yeni çiçek veren "çağla"ları dişleyerek "çal"acağı harfe yaklaştığını hissetmişti.. bu yüzden sözcüklerle "çene çalmak"ı keserek, "çeşmi bülbül"lerin zerafetinde "çırılçıplak" ilerledi.. "çuval"ında ki "çürümüş" sedefeler eşliğinde "D"nin dibinde alındı soluk...

D'ye "dadanan" sözcükler neredeyse yakalanmasına yol açacaktı.. acaba D'yi mi hacılasaydı!.. bu seferde "dalgınlık"la "dalkavuk"ların pençesine düşebilirdi.. acaba D'yi çalsa, "dargınlık"lar sona erer, "değerbilmez"lerin maskeleri düşermiydi.. "delicesine" istiyordu sözlükten bir harfi çalabilmeyi!.. bu sebepten uzunca bir süre D'ye "demir attı" sonunda "dikiş" tutturamayarak "düşler" içinde "düzensiz"ce "E"ye uğurlandı...

E'de "ebedi" dinginlikle karşılandı.. nitekim "ebedi uyku"su tez vakitte limana uğrayabilir, bozuk "el feneri"ni yakalabilirdi.. anıların süzgeçe takılan tortuları "elenme"liydi.. "emeklenen" yollar belki tekrar "endaze"lenmeli, belki de "enfiye" melankolisinde tekrar motor denmeliydi.. "E" harfine defalarca el uzatan hırsız, hiç bir "eza"duymadan, bir "ezan vakti"nde E'yi sözlükten koparıp torbasına hacıladı..

                                            *  *  *  *  *

ünlü fransız yazar georges perec, hiç "e" harfi kullanmadan "la disparition - kayboluş" adlı romanını yazmıştır.. işin ilginç yanı yine hiç "e" harfi kullanılmadan türkçe'ye çevirisi yapılmıştır.. yazar bu durumun kendisini bir hayli sıkıntıya soktuğunu söylerken, çeviren şahsiyet; sen, ben ve -ken gibi kelime ve ekleri kullanamamak insanı bir hayli zorluyor demiş! fransız yazar, kelime kaznesinde % 35-40 oranında bir daralma olduğunu vurgulamıştır.. türkçe'ye çevirisinde de bu oran o kadar olmasa da %25 oranında olmuştur! anlaşılan fransızlar "e"yi bizden daha çok seviyorlar :P ben henüz bu kitabı ele geçiremedim.. elimin altında sahaflar çarşısı gibi bir unsur varken düşürememem ilginç :S..   ilk fırsatta okuyup kısa bi değerlendirmeyle dönmek istiyorum.. sanırım bu kısa süre bir kaç seneyi bulabilir :)


Cumartesi, Haziran 05, 2010

yollar

sanki bir rüya gibidir emeklenen yollar.. göz yummacasında akla devşirilenler.. hani her gözünü kapadığında yıllarca dönen film şeridi.. 1 saniye de sürse gözünün cesareti, ona inat asırlar döner perde gerisinde.. belki sakladığın elmayı kemiriyorsundur ve yahutta yoldan geçenleri dikizliyosundur.. ama yoldan çıkamazsın bi türlü.. "ah o yollar bizi yalnızlığa yollar" der whisky kardeşim.. yoldan çıkamayanlar olarak bir türlü yolu arşınlayamamak var elimizde kalan.. neyin çabasıdır bu peki.. amaç nedir? ha seni çok tatktir ettiler.. şak şak şak.. ee sonra? çokta hanım hanımcıkmışsın / ya da beyfendi! şak şak şak.. ee sonra? çokta bilmem nesin mişsin sin! hep "sin"le biter cümleleri.. sinmek.. saklanmak.. geri plana itilmek.. temel içgüdüleri budur aslında shearon teyzeme inat! ( sahi oda yaşlandı be).. her kişisinde daracık kalıpları ve dört duvara "sin"en yaşamlar.. çokça yaşanmıyor mu gözlerinin önünde insanların ve hatta yaşamıyor mu insan denen robotçuğun kendisi.. yani sen, kendi deviniminin içinde.. ne gevezeliyo lan bu diyebilirsin ama bi düşün bakalım.. gözünü kapat.. bugün ne yaptın mesela.. en fazla yüz adım atmışsındır.. oda bi yere yetişmek içindir yüzdesiz!.. en son hangi gün kendin için bi adım bile atabildin..  en son ne zaman çiçek kokusu duyabildin avare salınırken.. sahi hiç avarelik yaşadın mı sen.. yoksa kapour emmi sadece kendine mi söyledi en avara mu'sundan.. ya bi yere yetişme telaşı ya da yetişmeye çalıştığın bi yerin olmamasının getirdiği acele! ben burdan bi tırıvırı anımsadım sanki.. vakti  evvelinde ele almıştım gibi bu konunun köşesinden.. bakayım ne demişim finalde.. "uyur gibi biraz..  aceleyle düşe yatmalı.. acele; mutluluk olmalı biraz.. aranmalı gibi ;)".. bla bla bissürü  saçmalık işte!  ha ne diyoduk, yollar.. gitmekle kim varabildi ki yoluna.. sahi yol nedir kuzum! hep a ve b şehirleri arasında birbirine doğru yada aynı yönde hareket eden otomobillerden öğrenmedik mi biz yolu? yol eşittir hız çarpı zaman değil mi hep bizim için.. evet doğru yol bu da.. biz kimiz?

?

Fotoğrafım
İstanbul, Tokat, Türkiye
ben sezer; klasik uygulamalı, güdüsel bir hamle sonucu, anında dünyaya gelip, henüz olunmayan bir pratiğe zorunlu olarak itilmiş, nüfusa ilave bir insan..