Perşembe, Haziran 24, 2010

Gemi


Çıplak bir ten sıcaklığına esiyordu rüzgâr. Dalgaların merasimi kayalarda son bulurken izmarit gölü çoktan yitirmişti rengini. Bir şise ve bir şişe daha... Kaç gemi sığdırılabilirdi ki bir şişeye. Üstelik şişeyi kırmadan.

İçine yerleşirebildiği tek gemiyi iyice kapadıktan sonra bütün kuvvetiyle dalgalara fırlattı ve kaybolana kadar izledi.

Şişe içerisine hapsolan gemi yelkenlerini açacağı günün hayâliyle güneşi seyretmeye başladı. Yay şeklinde devinimini tamamlayan güneş, önce kızarıklığa ve ardından da morartıya bulanarak karanlıkla başbaşa bıraktı gemiyi. Bir anda hüzünlenen gemi, içinde bulunduğu durumu göz önüne alınca, göz yaşlarını sulusepken bıraktı şişenin içerisine. Geminin meramını anlayan şişe, derinlere doğru ilerleyerek geminin gözlerini kamaştıran yeni bir dünyaya kapı açtı. Yer altının bunca parıltısı gemiye bir vakit güneşi unuttursa da, içini ısıtan parıltıya erişemedi.

Horoz iniltisinde kabaran sular güneşle selamlaşırken şişe çoktan su yüzüne çıkmıştı. Üstelik sonuna sebep olabileceğini bile bile. Gemi bir yandan şişeden çıkabilmeyi düşlerken bir yandan da şişenin haline acımaya başladı. Şişeden ayrılması demek şişenin ölmesinden başka bir şey değildi. Oysa şişeye alıştığını hisseder gibiydi. Ancak yelkenlerinn rüzgârı kucaklamasını hayâl ettiğinde durum içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu.

Günler geminin arzuladığı gibi ışık içinde geçiyordu hep. Güneşle geçen saatlerin ardından yer altında ki dünya kapı açıyordu şişeye. Şişe bir vakit sonra gemiyle konuşmayı denedi. Ancak gemi şişeye bir türlü cevap veremiyordu. Güneşle şişenin oynaşmasının yaşandığı bir gün güneş şişeye o kadar çok yaklaştı ki geminin kahkahalarını duymaya başladı şişe. Bu duruma sevinen şişe bir yandan da sonun geldiğini hissediyordu. Ancak bunu son nefesine kadar gemiye hissettirmemeye çalışacaktı.

Bir güneş sabahında yelkenlerinin ıslandığını gören gemi göz yaşlarını tutamadı. Etrafında şişeyi aramaya başladı ancak dalgaların savurtusundan yolunu göremiyordu. Şişe ne zaman terketmişti kendisini. Üstelik bir veda bile etmeden. Güneşin tepeye ulaştığı bir zamanda yorgunluktan kendini sığlıklara zor atabilmişti. Gözlerine rüzgârın ışıl ışıl savrulduğu bir an belirdi. Kumlara çakılmış olan dostu şişeden başkası değildi bu. Ne kadar bağırdıysa da sesini duyuramadı şişeye.

Bir ten sıcaklığında esen rüzgâr dalgaların koynuna doğru sürüklerken, şişe hareketsiz, yanlızca parıltısıyla uzaklardan gülümsüyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yok mu 0.7 ucu olan?

hiç fark etmez aslında 0,5 yada 0.9 olması..

orta kara olsun diye 0.7..

şayet kalem traşınız varsa, o da fena derecede iş görür :)

neyse işte, korkma.. yaklaş!..

?

Fotoğrafım
İstanbul, Tokat, Türkiye
ben sezer; klasik uygulamalı, güdüsel bir hamle sonucu, anında dünyaya gelip, henüz olunmayan bir pratiğe zorunlu olarak itilmiş, nüfusa ilave bir insan..